Dijital bankacılık, finans sektöründe çalışırken, Arama Kurtarma Derneği AKUT’ta gönüllü olan, şimdilerde Sydney‘de Business Analyst olarak çalışan Özgür Monkul ile kurumsal hayat üzerine konuştuk.
Corporate Life Spare Time yazı serisiyle kurumsal hayatta çalışmayı merak edenleri aydınlatabilmeyi, 9:00 -18:00 çalışma hayatı içerisinde kendilerine de zaman ayırabileceklerini gösterebilmeyi hedefliyoruz.
Kısaca kendini tanıtır mısın?
Kimya mühendisliği mezunu, profesyonel hayata arama kurtarma eğitmenliği ile başlamış bir iş analistiyim. Tam çorba yani.
Eğitim hayatımın sonlarına doğru, kimya mühendisliğine harcadığım zamandan çok daha fazlasını arama ve kurtarma konularına ayırdığımı kabullenip gönüllü olarak yaptığım eğitmenliği profesyonel hayata da taşımaya karar verdim. O dönemde okulun 5. senesinde (GPA<2.00), AKUT’taki gönüllülüğümün ise 7. senesindeydim. Geldi freelance günler, 4 sene boyunca orada burada ders anlattım, tatbikatlar yaptım, idealistlik ile ticari eğitim faaliyetlerinin doğası arasında gidip geldim.
Sonuçta arama kurtarmadan gönüllü olarak aldığım zevki, profesyonel olarak alamadığımı farkedip, freelance hayatın düzensizliğini de güvensiz bulup kurumsal hayat hedefine yönlendim. Ama hele bir askerliği halledelim.
Asker sonrasında “bu 6 ay sonrasında artık ne olsa yapabilirim” modundaydım. Kimya mühendisliğinden, kimya mühendisi olamadan mezun olmuş biri olarak ise (GPA = 2.04) “ne?” sorusuna cevap vermek ise yine de güçtü. Aile aracılığıyla özgeçmişime ulaşan ve görüşmeye davet eden, şu anki şirketim ise beni analistlikle tanıştırdı. Telefonda “iş analisti tam olarak ne yapar bilemedim ama tabi ki görüşmek isterim” dememe rağmen beni kabul ettiler.
Sonuçta, son 4,5 senedir, bankacılık sektörü uygulamalarında alternatif dağıtım kanalları olarak geçen internet bankacılığı, mobil bankacılık, iletişim merkezi, sms bankacılığı, kanal yönetimi gibi konular ile boğuşuyorum. Bankacılık yapmıyoruz ancak bankacılık yapan uygulamaların işlerini daha güzel göstermeye uğraşıyoruz bir nevi.
İş hayatı haricinde neler yapıyorsun?
Yazıyı yazmaya başladığım günlerde Türkiye’deyken, ‘artık bitirmem lazım, ayıp olacak’ dediğim şu anda Avustralya’ya yerleşmiş bulunuyorum. Ondan bu konuda durumlar çok değişti. Şöyle…
Hobi derseniz, sinema derim. Özellikle çok kafa çalıştırmama gerek olmayacak, patlamalı, ateşli, vurdulu, kırdılı Hollywood filmlerine bayılıyorum. Eşim Selin ile de her fırsatta bir sinemaya atıyorduk kendimizi, ta ki Mayıs başında taşındığımız Avustralya’da sinemanın biraz pahalı olduğunu farkedene kadar. Artık iTunes’dan film kiralamalar daha ön planda.
Diğer yandan hobi diye başlayıp ikinci birer mesleğe, para anlamında değil ancak ayrılan zaman anlamında yarı profesyonel uğraşa çevirdiğim diğer konular var.
2002 yılından beri (lise yıllarımdan başlayarak) bir AKUT gönüllüsüyüm. Eğitim bölümünün bir eğitmeni, derneğin Birleşmiş Milletler Sınıflandırması aldığı sürecin koordinatörü, operasyonlarda planlamacı, aramacı, kurtarmacı gibi farklı görevlerde bulundum. Çok uzaklara gelmiş olmama rağmen desteğe devam.
Orta okul başında gitar çalarak başladığım müzik uğraşısı üniversitenin ilk yıllarından itibaren EP’lerin, single’ların, albümlerin çıkartıldığı bir hal aldı. Farklı gruplarda vokalist, gitar ve vokalist, bas gitar ve geri vokalist (işin içinde o mikrofon olacak yani) işlerini yaptım. Metalci dostlar için şunlar bir bulunsun:
Yine orta okulda başladığım basketbol merakı da, en son, kurumsal basketbol ligindeki 3 sezon ile devam etti. Antreman, maç temposu eskisi kadar çekici gelmediği için 4. sezona girişmedim. Avustralya’da da henüz sokakta basketbol oynayan biriyle karşılaşmış değilim.
Kendine nasıl zaman ayırıyorsun?
Farkettiğiniz üzere çok fazla karpuz var koltuk altında. Bu sebeple ani organizasyonlara (“hadi akşam dışarı çıkıp bir şeyler içelim” dışında) uymakta genelde zorlanmışımdır. Ne zaman, nerede, hangi eğitimi vereceğim, önümüzdeki ay hangi gün konserimiz var, her hafta provaları hangi gün ve saatte, nerede yapıyoruz, antremanlar nerede, maç fikstürü nasıl sorularına cevaplar en erken olarak önümüzdeki haftanın programını şimdiden hazırlamamı sağlıyor. Tabi ki hep bu kadar ideal değil dünya.
Diğer yandan, bütün bu uğraşılar ile ilgili beni destekleyen bir hayat arkadaşım var. Dernekte tanıştığımız için oranın dinamiklerine zaten hakim ve insanın iş hayatı dışında da bir şeyler yapması fikrine alışık. Özellikle son senelerde, onun sayesinde karpuzları daha rahat yönetmeye başladım.
Kurumsal hayatı kendi bakış açında özetler misin?
4.5 senelik kurumsal tecrübe ile, zaten tanım sorularında beceriksiz olan ben için, bu soruya cevap vermek güç. Ama en azından bu sürede gözlemleyebildiklerimden kendimce bir şeyler söyleyeyim.
Şu kurumsal hayat denen şeyi bir açalım hele. İki yüzü var bunun. Çalıştığınız şirketteki yapının kurumsallığı ve bu kurumsallık ortamında çalışan bizlerin firmanın kurumsallığını desteklemek amacıyla kendi aramızda oluşturduğumuz kurallar silsilesi. İlki güzel, ikincisi biraz yapmacık. Abartılınca plaza hayatı deniyor ona.
Firma içerisindeki yapıların standartlaşması, prosedürlere bağlanması, kişilerden kopartılıp ekiplere, akışlara bağlanması ve bunların güncel tutulması hepimizin işini kolaylaştıran bir etmen olabilir. Yeter mi? Hayır. Neden? İnsan etmeni. O zaman hadi ek kontroller ekleyelim. Mesela, üstüne mail atarken mailini ‘bilgilerinize sunarım’ diye bitir. Hoppaa, ne alaka abi, prosedür diyorduk?
Şu ikinci kısmı kendimce esnetenlerdenim ben. Müşteriden ‘testleri tamamladık’ maili alınca cevap olarak Yiğit Özgür’ün ‘o zaman dans, renk’ karikatürünü gönderiyorum mesela. ‘Token’ını kaybeden bir kullanıcı için nasıl bir aksiyon alırsınız’ sorusuna cevabım da ‘Önce azarlarız, kendini de kaybetseydin deriz, sonra…’ şeklinde oluyor.
Kurumsal hayatın kurallarının nasıl değişeceğini öngörüyorsun?
Artık daha fazla ‘bu işi yapmak için ofiste olmama gerek yok ki’ düşünceleri sarıyor kafamızı. Cep telefonlarımıza maillerimizi tanımlayabildiğimize ve yatmadan önce gelen bir mail için ‘iki dakika cevap verip de yatayım’ diyebildiğimize, satış temsilcilerinin koltuk altına bir tablet verip ‘müşteriye git, direk satış yap’ buyurabildiğimize, gecenin bir yarısı VPN ile iş yerindeki bilgisayarımıza bağlanıp taşımaları koordine edebildiğimize göre işin coğrafi konumdan bağımsız hale geldiğini görmek zor değil. Bu sebeple, uzaktan çalışma alışkanlığı öncelikli bir ihtiyaç haline bile geliyor. Bir de evdeki interneti hızlandırmak lazım tabi.
İkinci olarak da yeni, daha hızlı üretim amaçlı ortaya çıkan proje yönetim metodlarının daha sosyal bir çalışma mantığı içeriyor olması. ‘Herkes masasında otursun, toplantı düzenleyelim, toplantı odasında konuşup sonra hepimiz yerimize geri dönelim’ mantığından ‘artık hep beraber oturacağız, sürekli beraber olacağız, her konuda hızlıca görüşüp yolumuza devam edeceğiz, çok güzel olacak eheh’ akışına geçiyoruz. Bu da iletişim becerilerinin artık her seviyede daha ön planda olacak olması demek.
Kurumsal hayatta yaşadığın zorluklar nelerdir?
Kimsenin yaşamadığı zorluklar değildir. Hepimiz aşağı yukarı aynı dertlerden muzdarip oluyoruz. Tüm bu zorlukların da işin bir parçası olduğunu kabullendiğimde her şey daha güzel hale geliyor.
Şunu da atlamayayım, kurumsal hayat öldürmez. İnsanlar bazen sinir bozar ama bunu yapmaları için de kurumsal olmalarına gerek yok.
Kurumsal bir şirkette çalışmaya başlayacağını söyleyen birisine ne önerilerde bulunursun?
İnce yetenekler ile teknik yetenekler arasındaki, bir çok mecrada rastladığımız karşılaştırmayı hatırlatmak yeterlidir diye düşünüyorum. İnce yetenekler 3 kuvvetliyken, teknik yetenekler 1 kuvvetli. İstersen dakikada 200 satır kod yaz yani.