Enerjik Kadın Yazılımcı‘lardan Armağan Ersöz ile Avustralya’yı ve Brisbane şehrini konuştuk. Avustralya’daki yaşamı, iş hayatını merak edenler ve burada yaşamayı düşünenler için yol gösterici olmasını umuyoruz.
Sizin de Avustralya ile ilgili söylemek istedikleriniz varsa yorumlarınızı bekleriz.
Kısaca kendini tanıtır mısın?
Selam, ben Armağan. Yazılımcıyım. Çocukken kod yazmaya başlayanlardan değilim. Yazılımla ilgili hatırladığım ilk şey, abimin bana C kitabı verip, oku bunu, işine yarayacak dediği andı. 18 Yaşındaydım. Okumadım. Sonra yine abimin, ITU Kontrol ve Otomasyon Kulübüne girmemi istemesi ısrarları üzerine, bu sefer dinleyip kulübe katıldım ve yazılım maceram orada başladı. Sonrasını, mezun olmadan birkaç ay önce Sahibinden.com’da yazılım mühendisi olarak çalışmaya başlamam takip etti. Yazdığımız kodları USB ile mi paylaşacağız diye çekinmeden soran, profesyonel hayatta işlerin nasıl yürüdüğünden bir haber taze mezun bir yazılımcıydım.
Sahibinden.com’da çalıştığım süper insanlar sağ olsunlar bir şeyler öğrenmeye başladım. Sonra öğrenme kariyerime Honda Türkiye’de devam ettim. Genelde web teknolojileri üzerine çalışıyorum ve oldukça da eğleniyorum. Aslında yaklaşık 4 senelik bir iş tecrübem olmasına rağmen çok fazla değişik teknolojiyle çalışma şansım oldu. Bunların arasından Java ve Javascriptin sıyrıldığını ve uzmanlık alanlarım olma konusunda aday olduğunu söyleyebilirim.
Türkiye’deyken Kadın Yazılımcı’nın aktif üyelerinden biriydim. Şimdi de Women Who Code Brisbane’ın. Ayrıca Tech Girls Movement’ın da gönüllü mentorlerinden biriyim. Bu geek yaşamımın dışında da zamanımın çoğunu, kamp yaparak, film izleyerek, blog yazarak ve kilden birşeyler yaparak geçirmekten keyif alıyorum.
Hangi ülkede şansını denedin?
Avustralya haricinde başka herhangi bir ülkede, herhangi bir iş fırsatını denemedim. Ayrıca yurt dışında iş bulma hikayem, Avustralya’ya geldikten sonra başlıyor. Çoğu arkadaş gibi Türkiye’deyken sponsorluk ve iş aramak yerine geçici bir vize ile gelip şansımı burada denemek istedim. Çünkü burada olmanız iş başvurularını ve mülakat işlemlerini tartışmasız çok daha kolay hale getiriyor. Work and Holiday ile geldim. Avustralya’da iş bulmaktan daha zor olan bir şey varsa o da çalışma izni almak için size sponsor olacak bir şirket bulmak. Ben yine de sonuna kadar şansımı denedim. Derken yollarımız Red Hat ile kesişti.
İş teklifini nasıl aldın, ne kadar sürede gittin?
İş başvuruları yaparken, kariyer siteleri aracılığıyla başvurulan yüzlerce ilan arasından bulunmayı beklemek yerine, kendimi bir şekilde daha görünür yapmayı tercih ediyorum. Eğer gördüğüm bir ilan için gerçekten heyecanlanıyorsam, attığım ilk adım, genelde, Linkedin üzerinden ilgili insan kaynakları çalışanına e-mail atmak oluyor.
Red Hat için de aynısını yaptım. Yaklaşık 10 dk sonra ertesi gün için telefon mülakatı isteği aldım. Telefon mülakatından sonra, şirkete 2. Mülakat için davet edildim. Red Hat bu bahsettiğim 2.ci görüşmeye mülakat demek yerine ‘takımla tanışma’ olarak adlandırıyor. Bu yaklaşım bir nebze olsun işleri biraz da stressiz hale getirdi benim açımdan. 4 farklı kişi ile yaklaşık 4 saat süren bir görüşme yaptım. Sizi tahtaya çıkarıp, sıralama algoritması sormak yerine, bir projede olası karşılaşılabilecek problemlerden konuşup, bu problemlere nasıl bir bakış açısıyla yaklaştığınıza bakıyorlar.
Mülakat gayet iyi geçmişti. 4 gün sonra arayıp, benle çalışmak istediklerini fakat sponsor olamayacaklarını söylediler. Sponsorluk sevdası yüzünden Red Hat fırsatını kaçırmak istemedim. Eşimin Avustralya’da oturma izni olduğu için partner vize ile çalışma izni sorununu da aradan çıkarmış olduk. Ücret teklifini ilk olarak sözlü aldım. Daha sonra e-mail ile yazılı da gönderdiler. İşe giriş süreci olarak Türkiye ile kıyaslayıp farklı bulduğum nokta, işe giriş belgeleri. Göğüs filmi, sabıka kaydı, eski iş yerinizden çalışma belgesi falan gibi sizi o devlet dairesinden bu devlet dairesine sürükleyecek işler yok. Sözleşmem ve Red Hat’in şirket politikası ile ilgili imzaladığım bir kaç belge haricinde herhangi ek bir evrak göndermedim.
Gitmeden önce işten ve sosyal hayattan beklentin nasıldı?
Avustralya’yı daha önce ziyaret etme şansım olmamıştı. Fakat daha görmeden çok sevmiştim. Buraya çok büyük beklentiyle geldim açıkçası ve hayal kırıklığına da uğramadım. Bazen öyle şeyler yaşıyorum ki, böyle bir ülkenin, böyle insanların var olduklarına inanmak çok ütopik geliyor. Avustralya hakkında saatlerce konuşabilirim, konunun dışına çıkmamak için şuraya tekrar blogumun linkini iliştirirsem, belki merak edenler okur.
Avustralya’nın en sevdiğim yanlarından biri doğal hayatın ve teknolojinin bir arada olması. İşe giderken parkların içinden geçmek, yolda gördüğüm kertenkelenin kuyruğuna dokunmak, öğle yemeğimi ofisten 2 dk uzaklıkta nehir kenarında yemek çok hoşuma gidiyor mesela.
Kendimi sadece büyük iş merkezlerinin olduğu, doğadan uzak bir yerde hayal edemiyorum. Mutlu olamazdım muhtemelen. Sosyal hayattan beklentim hiç bir zaman, bir kaç yazılım topluluğuna katılabileceğim, tiyatroya gidebileceğim, arkadaşlarımla bir iki bir şey içip laflayabileceğim mekanlara gitmekten ileriye gitmedi. Kadıköy’de yaşarken çok fazla tiyatroya giderdim, burada henüz hiç gitmedim. Ama Avustralya’da doğa aktivitelerinin çok daha kolay ulaşılabilir olması, doğasever yanımı ortaya koymam için büyük bir fırsattı ve artık hafta sonlarımı daha çok, yakın sahillere gidip farklı su sporları denemek, kamp ve tracking yapmakla geçiriyorum.
Ben Brisbane’da yaşıyorum, Sydney veya Melbourne kadar yazılım toplulukları ve konferanslar yoğun olmasa da kendi alanınızda çalışan insanları bulup sohbet edebileceğiniz ortamlar her zaman oluyor. Brisbane’ın minimalist yaklaşımı benim de hayatımı minimalist yaşamaya başlamaya sebep oldu sanırım. Öğrendiğim ve çalıştığım teknolojilerden tutun, spor aktivitelerine veya hobilerime kadar çoğu şeyi minimalize edip daha yoğun bir şekilde yaşamaya başlamama yardımcı oldu.
Türkiye ile karşılaştırdığında nasıl buldun?
Aslında yazılım şirketlerinin farklılığı bence bulunduğu ülkeden çok, yaşattığı kültüre ve yönetim şekline göre değişiyor. O yüzden Türkiye’de çalıştığım şirketlerle Red Hat’i karşılaştırmam ne kadar doğru olur bilemiyorum. Yine de Türkiye’deki çalıştığım yerlerden farklı olarak Red Hat’te dikkatimi çeken en önemli şey, çalışanlara karşı olan güven oldu. Hani hep deriz ya, ‘Ben işimi yaptıktan sonra saat kaçta gelmişim ne önemi var’ diye; Red Hat’te çalışanlara karşı olan bu güven sayesinde çalışma şekilleri çok esnek. Nereden, ne zaman, nasıl çalıştığımızın pek bir önemi yok. Bu tutum, benim pazartesi sendromu gibi bir şey yaşamamama sebep oluyor 🙂 Çünkü bir Red Hat çalışanı olarak, bana karşı olan güveni hissettiğim için, çalışmak çok daha kolay ve keyifli hale geliyor.
Biraz da fiziksel şeylerden konuşursak, Avustralya’daki şirketlerin birçoğunda, çalışanlarına özel duşları bulunuyor. Avustralya spor yapmanın önemini kavramış bir ülke olduğu için, sabahları bir sürü, koşarak ve bisiklete binerek işe giden insan görebilirsiniz. Bu yüzden şirketler çalışanlarına duş imkanı ve giyinme odaları sağlıyor. Bisiklet parklarından bahsetmiyorum bile. Diğer en büyük fark, öğle yemeği. Türkiye’deki gibi maaş+yol+yemek mantığı burada yok. O yüzden insanlar genelde öğle yemeklerini evden getiriyorlar. Öğle yemekleri de o kadar basit ve sade ki, Türkiye’de çayıyla kahvesiyle 2 saate kadar çıkan öğle yemeklerine alışıksanız, burada kendinize yemeğe gidecek arkadaş bulamayabilirsiniz.
Yasadığın zorluklar neydi?
Aslında dile getirilebilecek zorluklar yaşamadım. Tahmin edileceği gibi yeni bir ülkeye alışmak biraz zaman alıyor haliyle. Nasıl kalacak yer bulabileceğinizden tutun, nerelerden alışveriş yapabileceğinize, hangi kuaföre gideceğinize, nereden en güzel kahveyi bulabileceğinize kadar başta hiç bir şeyi bilmiyorsunuz; zaman geçtikçe, denedikçe, duydukça, gördükçe öğreniyorsunuz. Büyük meseleler değil, sadece değişimin farkında olmak gerekiyor. Benim yaşadığım en büyük zorluk, herhalde yaya trafiğinin de soldan aktığına kendimi alıştırmaktı 🙂
Birisi o ülkeye gitmek istese ona ne söylersin?
Gel derim 🙂 Fakat kolay olmadığını söylerim. Başka bir ülkeye taşınmak ve orada ‘yeniden’ hayat kurmak, sabır, inanç ve çalışma isteyen bir iş. Bunların farkında olup, çabuk pes etmemelerini önerebilirim. Yurt dışına taşınmış, işini bulmuş veya kurmuş herhangi bir arkadaşın bunları kolay elde ettiğini sanmıyorum. İkinci söyleyebileceğim şey, duydukları şeylerin önce gerçekliğini öğrenmeleri. Çok fazla hikaye duyuyorum. Fransa’da okullar bedavaymış, Avustralya’da yüksek lisans yapınca hemen oturma izni alabiliyormuşsun vs...
O yüzden Avustralya’ya gelmeye karar vermişse bir kişi, çalışma vizesi ve göçmenlik koşullarını iyice okuyup öğrenmesini ve kendisine en yakın seçeneği bulup onun üzerine planlarını yapmasını öneririm. Sonrası ise, Avustralya’nın, mutlu olacağı yer olup olmadığını anlamaya kalıyor. Eğer, deniz, güneş, kum, kamp, doğa, hayvanlar gibi kelimeler kulağa hoş geliyorsa, Avustralya doğru bir seçim olabilir.
Gitmeye karar verdiğin o güne dönsen kendine ne söylemek istersin?
Hayatında şimdiye kadar aldığın en doğru kararlardan birini aldın derdim. Bu kararın doğruluğu, sadece taşındığım ülkenin Avustralya olmasından gelmiyor, bir yerlere gitmeye karar vermekten geliyor. Gitmek eylemi başlı başına hayatınızı yerinden oynatabilecek ve size hayal edemeyeceğiniz deneyimler getirebilecek bir eylem. O yüzden ‘İyi ki gidiyorsun’ diye de bitirirdim cümlemi 🙂